Çumranın Sesi

Çumranın Sesi

17 Mayıs 2024 Cuma
Mehmet Feyzi Efendi Ve Ülkücü Hareket
Mehmet Feyzi Efendi Ve Ülkücü Hareket
Kategori : GÜNDEM
10 Eylül 2015 16:32
 
Mehmet Feyzi Efendi Ve Ülkücü Hareket
Mehmet Feyzi Efendi Ve Ülkücü Hareket
Son devir Kastamonu alim, fazıl ve mütefekkirlerinden merhum Mehmet Feyzi Efendi hazretleri, geçtiğimiz pazar günü TÜRKAV Kastamonu Şubesi'nin düzenlediği bir programla kabri başında anıldı. Türk toplumunun kalın çizgilerle kutuplaştırıldığı ve ayrıştırılmak istendiği bir dönemde, anma programında Kastamonu'nun her kesiminden insanlarının bir araya gelmesi, efendi hazretlerinin faziletinin bir göstergesiydi. Anma programında bu duygu ve düşünceler içindeyken, ülkemizin ve milletimizin içinde bulunduğu buhranın da etkisiyle birden onun hem dini konularda, hem de Türk milleti ve Ülkücü Hareket için söylediği, bildiğimiz ama dünya telaşıyla unuttuğumuz ifadeleri aklıma geldi. Efendi hazretlerinin girdap içinde olduğumuz şu günlere ışık tutan o veciz ifadeleri kabri başında adeta gönlüme su serpti.
  
Kendisini gören ve sohbetinde bulunanların ifadesiyle kibar, nezaket sahibi ve şefkatli, insanda sevgi ve saygı duyguları uyandıran, dini konulara olduğu kadar ilmi konulara da son derece hâkim bir zat olan Mehmet Feyzi Efendi Hazretleri, Kastamonu'nun bir değeri olduğu kadar, Türk milliyetçileri için de ayrı bir değer taşımaktadır. Bunda rahmetlik Başbuğumuz Alparslan Türkeş ile efendi hazretlerinin çok yakın ilişkileriyle beraber, onun Türk milleti ve Ülkücüler hakkında ki görüşlerinin de etkisi çok fazladır. Türk milletine karşı çok derin bir sevgi besleyen Mehmet Feyzi Efendi, İslam Tarihini beş döneme ayırmış ve beşinci dönemi “Şanlı Türklerin Dönemi” olarak ifade etmiştir. İslam ulemasından bazı zatların milliyetçiliği dine aykırı kabul etmesini son derece yanlış bulan efendi hazretleri, konuya Kuran-ı Kerim'den ayetler ve Peygamber efendimizin hadisleriyle açıklık getirmiştir. Türk milletinin “Allah'ın Ordusu” olduğuna inanması, Türk milletini çok sevmesi ve Türk milletine hizmet etmenin İslam'a hizmet etmek olduğu gibi görüşlerinin dışında, onu diğer âlimlerden ayıran tarihi bir özelliği daha vardır. Türk tarihine baktığımız da, Türk ve dünya tarihine yön vermiş her Türk büyüğünün ve devlet adamının yanında mutlaka bir erenin olduğunun görürüz. Malazgirt’te Sultan Alparslan'ın yanında Sarı Hoca, Osmanlı'nın kuruluşunda Osman Gazi'nin yanında Şeyh Edebali Hazretleri, İstanbul'un fethinde Fatih Sultan Mehmet Han'ın yanında Akşemseddin Hazretleri, İstiklal Harbinde ve sonrasında Atatürk'ün yanında Rıfat Börekçi hoca vardır. Türklük aleminin son Başbuğu cennet mekan Alparslan Türkeş'in yanında ise Mehmet Feyzi Efendi olmuştur. O, bu haliyle de Türk-İslam ülküsünün manevi yol başçılarından biridir.
 
Efendi hazretleri, “Mefahir-i Diniye, Mefahir-i Milliye, Sadakat-i Vataniye… Bu üçü bir arada olursa, iyileşmeyecek yara yoktur” diyerek, Türk siyasi tarihinde neredeyse Tanzimat’tan bu tarafa halledilemeyen bir hastalığında adeta şifasını söylemiştir. Ülkücülerden evlatlarım diye söz eden, Ülkücülerin ve mukaddes davamızın üzerinde ki evliya, enbiya dualarının sahiplerinden biri olan Mehmet Feyzi Efendi, kendisine siyasi anlamda kıble soranlara Ülkücü Hareketi işaret etmiş ve “İktidar ateşten bir gömlek olacak, kimse giyemezken Türk milliyetçileri giyecek” diyerek Ülkücülerin bir gün mutlaka başa geleceğini söylemiştir. Efendi hazretlerinin bu sözünün ışığında ülkemizin şu anki durumuna baktığımızda, Türkiye'nin içine hapsedildiği cendereyi kırmak isteyen ve milli hassasiyet taşıyan her siyasi cenah için iktidar olmak gerçekten de ateşten gömlek giymeye eş değer bir konuma doğru gitmektedir. Efendi hazretlerinin bu sözünde açık bir şekilde, ateşten gömlek olacak olan iktidar gömleğini Türk milliyetçilerinin giyeceğini ifade etmesi, Ülkücü Hareketin iktidar olacağı günlerin yaklaştığını göstermektedir. Şüphesiz ki; kısa bir sürenin kaldığı önümüzde ki genel seçimlerde Ülkücü Hareket iktidar olmasa bile, efendi hazretlerinin işaret ettiği günler uzakta değildir. Mehmet Feyzi Efendinin, “İslam'la Türklük, etle tırnak, sırtla karın gibi birbirleriyle kaynaşmıştır. Ayırma imkanı yoktur” diyerek temel felsefesine katkı sağladığı Ülkücü Hareketin iktidar giden yolu, yine efendi hazretlerinin, “Dindarlar, milliyetçiler, vatanperverler birbirlerini tenkid değil, takviye etmeli, desteklemelidirler” sözünden geçmektedir.
  
Yazımı, bazen kimseye haber vermeden Kastamonu'ya gelerek efendi hazretlerini ziyaret eden ve onunla birlikte hac farizasını da yerine getirmiş olan cennet mekan Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in,1996 senesinde Celal Ünal hocamıza vermiş olduğu röportajda ifade ettiği ve onu en güzel anlatan kaynaklardan biri olduğuna inandığım Mehmet Feyzi efendi hazretleri hakkında ki görüşleri ile bitiriyorum.
  
“Hoca Efendiyle Otuz Sene Kadar Önce Tanışmıştık”
 
Kastamonu'ya yaptığım bir gezi sırasında bundan otuz yıl kadar önce kendilerini evlerinde bir akşam ziyaret ederek tanışmış, görüşmüş olduk. Merhum; çok imanlı, ermiş, büyük bir şahsiyetti. İslâmiyet hepimizin kabul edip iman ettiği gibi, Cenab-ı Hakk'ın insanlığı saadete, mutluluğa, hak yola sevk için lütfetmiş olduğu, hediye etmiş olduğu sönmez bir güneştir. Efendi Hazretleri, İslâmiyet'in bütün ulvi manasıyla ve esaslarıyla dersini veriyordu. Bu hususta çok iyi yetişmişti, çok bilgiliydi. Kendileriyle, gerek milletimizin kalkınması meselelerini ve gerekse devletimizin yaşatılması meselelerini birçok defalar görüştük. Daha doğrusu kendilerinin irşadını aldım. Bu münasebetle de kendileriyle çok yakın tanışır olduk. Bu vesileyle kendisinin ilim alanında da çok derin olduğunu gördüm. Kendi el yazısıyla, eski harflerle yazılmış yazılarını, defterlerini gördüm. Bildiğiniz gibi eski alfabemizin 6-7 tür yazı çeşidi vardır. Eski kitaplar, kitabeler de bunlarla yazılmıştır. Sülüs, ta'lik, tevki bunlardan bazılarıdır. Efendi Hazretleri'nin yazısı matbaada basılmış yazılardan daha güzel, daha temiz ve intizamlı idi. Herhalde o yazılar ve defterler şimdi evinde, oğlundadır. Bunları zaman zaman bana da gösterme lutfunda bulunmuşlar, yazmış oldukları bazı şeyleri birlikte okumuştuk. Eski yazıyı ben de çok iyi bilirim. Zaten kendileriyle mektuplaşmalarımızı eski yazıyla yapıyorduk. Ben kendilerine eski yazıyla yazıyordum. Böylece münasebetlerimiz sürüyordu. 
 
"Türk Milletine Karşı Büyük Sevgi Besleyen Örnek Bir Şahsiyetti" 
 
Kendileri hem şahsi hayatında temiz, dürüst, örnek bir şahsiyetti; hem de çok imanlı bir kişiydi. Türk milletine karşı büyük sevgi besleyen, milletinin iyiliği için dua eden, yol gösteren bir insandı. İslâmiyet ile Türklüğün içiçe, birbirinden ayrılmaz olduğunu her zaman vurgularlardı. Zaten biz de daima bu görüşle hareket ettik. Yani siyasi parti olarak bütün siyasi programımızın temelini buna dayandırdık. İslâmiyet ile Türklük temeline... Bunların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini belirttik. Çünkü Türklerin İslâmiyet'le şereflenmeleri 1200 seneyi geçmektedir. Türkler İslâmiyet'e girdikleri günden beri çok ihlaslı Müslüman olmuşlar ve İslâmiyet'in hizmetinde her türlü fedakârlığı yapmışlardır. İslâmiyet'in öncüsü, kalkanı ve kılıcı olmuşlardır. (...) İşte Merhum Efendi Hazretleri bütün bunları çok iyi bilen bir kimseydi. Türk milletinin Allah'ın ordusu olduğuna inanan kimselerdendi. Ben de aynı görüşteyim. Bu konularda kendileriyle çok güzel sohbetlerimiz olmuştur. 
 
"1976 Yılındaki Haclarında da buluşmuştuk" 
 
Bizim hacca gidişimiz de Kastamonulu Nurcu arkadaşlarımızın teşvikiyle olmuştur. Ben o zaman hacca gitmemi daha erken buluyor, daha sonra gitmeyi düşünüyordum. Ancak o sırada belediye seçimleri dolayısıyla Çankırı'da mitingimiz vardı. Mitinge geldiğimde Tosya'dan ve Kastamonu'dan da mitinge katılmak için gelmiş arkadaşlarla karşılaştım. Mitingten sonra il merkezinde oturup sohbet ederken bu arkadaşlar bana: "Efendim, biz sizin bu sene hacca gideceğinizi öğrendik. 'Genel başkanımızı orada yalnız bırakmayalım' diyerek biz de hacca gitmeye karar verip pasaportlarımızı çıkarttık. İnşallah orada buluşacağız." dediler. Bu aniden söylenen sözler karşısında birdenbire ben şaşırıp: "Evet ben hacca gitmeyi düşünüyorum ama bu sene düşünmüyordum." dedim. Onlar: "Yok, bize bu sene gideceğiniz söylendi!" diye ısrar ettiler. Sonra Ankara'ya geldim. Bu sefer Konya'dan gelen arkadaşlar da oldu. Onlar da aynı şekilde: "Biz sizin hacca gideceğinizi duyduk. Biz de 'Genel başkanımızla orada beraber olalım' diye hacca gitmeye karar verdik" dediler. Böyle birkaç yerden aynı yönde istek gelince ben bunu Cenab-ı Allah'ın bir işareti, bir emri olarak telakki ettim. "O halde tamam, yolumuz açıldı, gitmem lazım" dedim. Hemen hazırlığa başladık. Genel İdare Kurulu'nda da meseleyi arkadaşlara açınca hepsi çok memnun oldular. "İsabetli olur" dediler. Hatta bazıları: "Biz de sizinle beraber geleceğiz" dediler. Böylece haccetmemiz nasip olmuştur. Daha Cidde'de uçağın merdivenlerinden inerken baktım, bizim Kastamonulu ve Tosyalı arkadaşlar beni karşılamaya gelmişler. Hepsi bembeyaz ihramlara bürünmüş vaziyetteydiler. Zaten biz de uçakta, yolda iken ihrama bürünmüştük. Mekke'ye, Kâbe'ye ilk ziyarete gelince, Efendi Hazretleri'ni de Mekke'de kaldıkları eve gidip ziyaret ettik. Evlerinde sohbet ettik. Sonra Mina'dayken de gece çadırlarına gidip, orada dostlarla, arkadaşlarla oturup onun kıymetli derslerini ve sohbetlerini dinliyorduk. Bu bakımdan hac benim için çok isabetli oldu. Orada Efendi Hazretleri'yle buluştuk, birleştik, beraberce hac farizasını yerine getirdik. Benim bu ilk haccımdı. Ancak Efendi Hazretleri daha önce de birkaç sefer haccetmişlerdi. 
 
"Davamıza Daima Maddi ve Manevi Destek Olmuşlardır" 
 
Kastamonu'ya gitiğimi zaman kayınbiraderi Enver Bey vasıtasıyla haber gönderirdim. Kendileri daima bizi kabul buyururlardı. Evlerine giderdim. Böylece birçok görüşmelerimiz olmuştur. Kendilerinden daima ihlaslı bir şekilde yardım, destek ve muzâheret gördük. Davamızın muvaffak olması için pek çok maddi ve manevi destekleri olmuştur. Allah kendilerinden razı olsun. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Çok derin, şuurlu, çok imanlı, çok muhterem bir şahsiyetti. Davamız daima ondan güç almıştır. Biliyorsunuz daha sonra 12 Eylül oldu. O zaman bizler haksız bir şekilde tutuklandık. Gençlerimizle, dava arkadaşlarımızla hapislere atıldık. Kastamonu'daki kardeşlerimiz bizi hiç yalnız bırakmadılar. Mahkemeler sırasında her celsede Kastamonu'dan ve Tosya'dan kopup gelen üç-dört arkadaşımız yaz-kış, yağmurda-karda bizi yalnız bırakmadılar. Ayrıca ailelere gerekli maddi ve manevi yardımda bulundular. Erzak getirdiler, para yardımı yaptılar. Bütün bunların hepsi bize Mehmed Feyzi Efendi Hazretleri'nden gelmişti. O bakımdan da kendilerine çok minnettarım, kendilerine borçluyuz. Allah kendilerinden razı olsun. Hem maddeten, hem manen davamıza çok güç vermişlerdir. 
 
"Keşke Cenâb-ı Hak Ömrünü Uzatsaydı" 
 
Bu bakımdan vefatını duyunca çok üzüldük. Tabii bu Cenâb-ı Hakk'ın bir takdiridir. Cenâb-ı Hakk'ın takdirine karşı da boynumuz kıldan incedir. Ancak böyle değerli bir zatı kaybetmekten dolayı üzüntümüzden Cenâb-ı Hakk'a karşı: "Ya Rabbi! Keşke bu muhterem zatın ömrünü biraz daha uzatsaydın!" diye içimizden geçirmeden de edemedik. Bana göre de genç sayılacak bir yaşta vefat etmişlerdi. Takattan düşmüş, yaşlı görünen bir zat değildi. Yüzü gayet nuranî, gayet sevimli, sıhhatli görünüşlüydü. Yüzünde sararma filan yoktu. Allah gani gani rahmet eylesin. 
 
"Onu Diğer Âlimlerden Ayıran Özellikler" 
 
O muhterem zatın en bariz özelliği, çok ihlaslı, samimi ve dürüst olması, maddi çıkar kaygısı taşımamasıydı. Bunların yanında Türk milletine olan sevgisi vardı. İslâm ulemâsından bazıları Türk milletini sevmeyi, milliyetçiliği İslâm'a aykırı, İslâm'ın yasak ettiği bir nevi ırkçılık gibi ifade ediyorlardı. Efendi Hazretleri ise bunu katiyyen doğru bulmuyorlar ve bunu ilmi bir şekilde izah buyuruyorlardı. Kur'an-ı Kerim'den âyetler tilâvet buyurarak, Rasûlullah Hazretleri'nin hadis-i şeriflerinden örnekler göstererek onların görüşlerinin doğru olmadığını ortaya koyuyorlardı. Türk milleti Allah'ın askeridir. İslâm'a girdiğinden beri İslâm'ın hizmetinde olmuştur. Onun için milletini sevmek suç değildir, İslâm'a aykırı değildir. Nitekim Rasûlullah Hazretleri'nin: "Kişi kavmini sevmekle kınanamaz!" şeklinde hadis-i şerifleri vardır. Yine: (Hubbu'l-vatan mine'l-iman) "Vatan sevgisi imandandır" hadis-i şerifleri de vardır. Bunlar vatanımızı-milletimizi sevmemiz ve ona hizmet etmemiz gerektiğini gösteren manevi delillerdir. Bu şekilde Türk milletini çok sevmesi, ona hizmet etmeye teşvik etmesi ve bu fikre sahip olanları desteklemesi, Mehmed Feyzi Efendi'yi diğer ulemâdan ayıran özelliklerdendir. Bu sebepten biz de ona çok ısınmış ve ona çok bağlanmıştık. 
 
"1988 Ziyaretimde Kendilerinden Manevi Desteklerini Rica Etmiştim" 
 
Bildiğiniz gibi bir 12 Eylül yaşamış ve ben beş yıl hapiste kalmıştım. Tabii o arada partimiz kapatılmış ve partimiz mensuplarından bazıları da çeşitli partilere dağılmışlardı. Bir kısım arkadaşlarda da maneviyat zayıflığı oluşmuştu. Bu konularla ilgili Efendi Hazretleri'nin hem irşadını sordum, hem de bizim yeniden derlenip toparlanabilmemiz için gerekli manevi desteği yapmasını rica ettim. Bunlarla ilgili konuşmalar yaptık. Bunun yanında ailevi bazı konular ve Efendi Hazretleri'nin hastalığı hakkında konuştuk. Sağlık meselesi üzerinde durdum. Efendi Hazretleri'nin sağlığı ile daima ilgileniyordum. Böyle değerli, ülkemiz için çok yararlı bir zatın sağlıklı olması çok önemliydi. Daha önceki rahatsızlıklarını haber alınca da, imanlı, işinin ehli doktor arkadaşlardan göndermiştim. Bir kaç tanesini lutfedip kabul etmişler ve onlara sohbet edivermişler. Daha sonra, başka yapabileceğimiz bir hizmet olup olmadığı hakkında kendilerine mektup yazdım. Kendileri, şimdilik ihtiyaç görmediklerini bildirmişlerdi. O gün de kendilerinden istirham ederek, kendilerini tedavi ettirmek için ricada bulundum. Bizim her çeşitten ehliyetli, imanlı doktor arkadaşlarımız bulunduğunu, onları buraya gönderebileceğimizi, yahut da kendilerinin Ankara'ya teşrifleri halinde en iyi, özel kliniklerde ve yahut hastanelerde baktırabileceğimizi söyledim ve: "Siz dinimiz için, memleketimiz için lazımsınız" şeklinde rica ve ısrarlarım oldu. Fakat kendileri can kaygısından uzak bir kimseydi. Öyle kendi sağlığı için hastaneye gitmek, doktora gitmek gibi şeylere önem vermeyen biriydi. Sonunda: "Takdir-i İlâhi ne ise biz ona razıyız. Malumunuz insanlar, hepimiz faniyiz. Cenâb-ı Hak ne zaman takdir etmişse, o zaman ruhumuzu teslim ederiz. Hem şimdi kendimi iyi hissediyorum. Kalkıp Ankara'ya gitmeye gerek yok!" buyurmuşlardı. 
 
(Buradaki bilgiler Şaban Kalaycı'nın, Hamle Yayınları tarafından 1996 yılında İstanbul'da basılan Mehmed Feyzi Efendi-Karanlıktan Aydınlığa isimli kitabından alınmıştır. Bkz. sf. 411-416) 



Okunma : 3131
Bugünün en çok okunan haberleri
Gündem haberleri
Son dört günün en çok okunan haberlerini gösterir
Ayın en çok okunan haberleri için tıklayın
 
Bu ayın en çok okunan haberleri